|
KK Bülteni Yıl: 2022 Sayı: 1 |
|
Dr. Cihan Örem Pulmoner hipertansiyon (PH), sağ kalp kateterizasyonu (SKK) ile ölçülen ortalama pulmoner arter basıncının (PAB) > 20 mmHg olması şeklinde tanımlanan, çok sayıda klinik durum sonucunda gelişebilen fizyopatolojik bir bozukluktur (1). Pulmoner hipertansiyon, genel bir tanım olup prekapiller ve postkapiller düzeyde basınç artışı yapan birçok durumda gelişebilir. Pulmoner hipertansiyon yapan nedenler 5 grupta toplanmıştır (1). Grup 1 olarak bilinen pulmoner arteriyel hipertansiyon (PAH); akciğer hastalıklarına bağlı PH (grup 3), PA obstrüksiyonundan kaynaklanan PH (grup 4) ya da nadir görülen çoklu mekanizmalı hastalıklar (grup 5) gibi diğer prekapiller PH nedenleri olmaksızın, prekapiller PH ile karakterize bir klinik durumdur (2). Grup 2 ise, postkapiller PH yapan sol kalp hastalıklarını içerir. Grup 1 (PAH) içinde; idiyopatik PAH (iPAH), kalıtsal PAH, vazoreaktif PAH, ilaç ve toksin indüklü PAH, çeşitli hastalıklarla [bağ dokusu hastalığı (BDH), konjenital kalp hastalığı (KKH), HİV enfeksiyonu, portal HT, şistosomiasis] ilişkili PAH, pulmoner venookluziv hastalık (PVOH) ve/veya pulmoner kapiller hemanjiyomatozis (PKH) ve yenidoğanın persistan PH’u yer almaktadır. Grup 1 PAH ve inoperabl kronik tromboembolik PH (KTEPH) için spesifik medikal tedavi endikasyonu vardır. Pulmoner arteriyel hipertansiyon, sağ kalp yetmezliği ve ölümle sonuçlanan nadir bir hastalık grubudur. Birçok hastalıkta olduğu gibi PAH'ta da cinsiyetle ilişkili farklılıklar mevcuttur. Muhtemelen karmaşık etkilere sahip seks hormonları, immün aracılı mekanizmalar, genetik faktörler ve komorbiditeler sonucu kadınlarda prevelans, fizyoloji ve prognozda farklılıklar oluşmaktadır (3). Pulmoner arteriyel hipertansiyon prevalansı kadınlarda daha yüksektir. İngiltere’de yapılan çalışmada kadın-erkek oranı 1.8, İrlanda ve Fransa’da yapılan çalışmalarda 2.1, Amerika’da yapılan REVEAL kayıt çalışmasında 4.1 olarak saptanmıştır (4-6). Birçok kayıtta, % 56 ile % 86 arasında değişen, kadın hasta oranları kaydedilmiştir (4,7). COMPERA kayıt çalışmasında görüldüğü gibi, bu oran genç hastalarda (54 yaş; 2.3) daha belirgin olup; menopoz başlangıcı ile birlikte tanı yaşı arttıkça azalmaktadır (75 yaş; 1.2) (7). Pulmoner arteriyel hipertansiyonda neden kadın baskınlığı olduğu konusunda bazı teoriler olsa da net bilgiler bulunmamaktadır. Birkaç hayvan ve insan modeli, seks hormonlarının PAH penetrasyonu ve patogenezindeki önemini göstermiştir. Pulmoner vasküler alanda cinsiyet hormonlarının sentezi ve metabolizmasının, hem zararlı hem de koruyucu etkileri olduğu gösterilmiştir (8). Kadın hastalardaki düşük testosteron seviyeleri pulmoner damar yatağını ve sağ ventrikül (SaV)’ü uyarılara karşı daha hassas kılar (9). Testosteron, kalsiyum antagonizmi üzerinden pulmoner vazodilatör olarak etki eder (10). Dehidroepiandrosteron düşüklüğü kadın predominansı için önemli bir mediyatördür. Yüksek düzeyde üretildiğinde hipoksik vazokonstriksiyonu azaltır. Erkek farelerde PH gelişimine karşı koruduğu gösterilmiştir (11). Östrojenin direkt PAH gelişimini uyaran etkisinin gösterilmesiyle birlikte, nitrik oksid üzerinden vazodilatasyon yaptığını, pulmoner vasküler remodeling ve SaV fonksiyonları üzerine olumlu etkisi olduğunu gösteren çalışmalar da mevcuttur (3,12). Ayrıca bazı östrojen metabolitleri, östrojen sinyal yollarında rol oynayan reseptörler ve enzimler de kadınlarda PAH gelişimine katkıda bulunurlar. Pulmoner arteriyel hipertansiyon etiyolojisinde de cinsiyetle ilişkili farklılıklar vardır. Özellikle BDH’na bağlı PAH’ta cinsiyet etkisi belirgindir. Bir çalışmada sistemik sklerozlu PAH hastalarında kadın-erkek oranı 4; REVEAL kayıtlarında, BDH olan PAH hastalarında ise 9 olarak bulunmuştur (13,14). İdiyopatik PAH’ta kadın-erkek oranı 4.1 olarak bildirilmiştir (6). Kalıtsal PAH’ta da kadın oranı yüksektir. Çoğunlukla kemik morfogenetik protein reseptörü tip 2 (BMPR2)’deki mutasyonların kalıtsal PAH’a neden olduğu bilinmektedir. Muhtemelen östrojen metabolizmasının etkisine bağlı olarak hastalık fenotipinin aktarımı cinsiyetler arasında farklılık gösterir (15). Erkek taşıyıcılardaki aktarımın % 14, kadınlarda ise % 42 civarında olduğu gösterilmiştir (16). Yapılan çalışmalarda BMPR2 ve östrojeni metabolize eden enzim CYP1B1 ekspresyonundaki azalmanın mutasyonu taşıyan kadınlarda duyarlılığa neden olduğu tespit edilmiştir (17,18). Siroz bilinen bir erkek baskınlığına sahipken, karaciğer hastalığı olan kadınlarda portopulmoner hipertansiyon gelişme riski daha yüksektir (19). Al-Naamani ve arkadaşlarının yaptıkları çalışmada, seks hormonu sinyal anormalliklerinin kronik karaciğer hastalığında PAH gelişimine, özellikle aromatazdaki genetik varyasyon yoluyla katkı sağladığı gösterilmiştir (20). Sol kalp hastalığına, özellikle korunmuş ejeksiyon fraksiyonlu kalp yetersizliğine bağlı PH hastalarının çoğunun kadın olduğu bilinmektedir (21). KTEPH, KKH, HİV ilişkili PAH ve PKH’de ise her 2 cinsin eşit olarak etkilendiği gösterilmiştir (3,22,23). Sadece PVOH’de kadınlar erkeklerden 2 kat az etkilenmektedir ve aynı zamanda prognoz kadınlarda daha iyi gibi görünmektedir (24). Kadınlarda PAH prognozu erkeklere göre daha iyidir. iPAH, kalıtsal PAH, ilaç ve toksinlere bağlı PAH'ta kadınlarda erkeklere kıyasla daha iyi bir sağkalım gösterilmiştir (25). PAH tanılı kadınlarda beklenen 5 yıllık sağkalım % 62 iken, erkeklerde % 52 bulunmuştur. Retrospektif bir çalışmada tedavi açısından farklılık olmamasına rağmen 5 yıllık sağkalımın, erkek hastalarda kadınlardan daha kötü olduğu gösterilmiştir (% 63’e % 85). Takip sürecinde erkeklerin fonksiyonel sınıfları daha kötü, 6 dakika yürüme mesafeleri daha kısa ve daha yüksek beyin natriüretik peptid düzeyleri bulunmuştur (26). Prognozun iyi olmasının nedenlerinden biri; kadınların daha iyi SaV işlevine sahip olmasıdır (27). Bu farklılık östrojenin SaV üzerindeki etkilerinden kaynaklanıyor olabilir. Kardiyovasküler hastalığı olmayan erkeklerin SaV ejeksiyon fraksiyonu (EF)’nun kadınlara kıyasla daha düşük olduğu bildirilmiştir. Ayrıca hormon tedavisi alan kadınlarda yüksek östradiol seviyelerinin daha yüksek SaV EF ile ilişkili olduğu bildirilmiştir (28). Prognozun kadınlarda iyi olmasının olası diğer nedeni, PAH spesifik tedaviye verilen cevabın daha iyi olmasıdır. Sağ ventrikül adaptasyonu ile birlikte kadınlar, PAH tedavisine erkeklerden farklı yanıt verme eğilimindedir. Bu durumun olası açıklaması PAH spesifik tedavi ile SaV fonksiyonunda gözlenen değişim farklılığı olabilir. Tedavi ile PAH’lı kadınlarda SaV EF % 3.6 artarken, erkeklerde % 1 azalmıştır (26). Cinsiyete göre SaV EF’deki değişim sağkalım üzerine yaklaşık % 30 etki yapmıştır. Randomize kontrollü çalışmalarda endotelin reseptörü antagonistlerine (ERA) yanıt cinsiyete göre farklılık göstermiştir. ERA’larla 12 haftalık tedaviden sonra 6 dakika yürüme mesafesi erkeklerde 16.7 m iyileşirken, kadınlarda 44.1 m iyileşme olmuştur (29). Buna karşılık, fosfodiesteraz 5 inhibitörleri ile tedaviye verilen yanıt erkek hastalarda daha iyiyken, riociguat ile her 2 cins arasında farklılık saptanmamıştır (30,31). Sonuç olarak; cinsiyet farklılıklarını araştıran çalışmalarda kadınların erkeklere göre; PAH gelişimine daha duyarlı oldukları, buna karşın SaV fonksiyonlarının daha iyi olduğu, tedaviye daha iyi yanıt verip SaV fonksiyonlarının daha belirgin iyileştiği ve sağkalımlarının daha yüksek olduğu bulunmuştur (32). “Östrojen paradoksu” olarak da isimlendirilen bu durumun, östrojenlerin pulmoner dolaşım ve SaV performansı üzerindeki dimorfik etkisinden kaynaklandığı düşünülmektedir (33). Cinsiyetler arası farklılığın nedeni hormonlar gibi görünse de; komorbidite, klinik ve farmakolojik yönetimdeki farklılıklar gibi diğer faktörler de önemli bir rol oynayabilir. Bu hastalıkta cinsiyetin etkisini daha iyi anlamak için hem PAH hem de diğer PH gruplarında yapılacak ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. KAYNAKLAR
|
2024 © Bu sitenin tüm hakları Türk Kardiyoloji Derneğine aittir. |